MEZMUR 19
Sık sık sorulan: "Ya Allahı tanımayanlarla ne olacak?" - Peki öyle insanlar var mı yeryüzünde? Var mı bir kişi bir gün Rabbin önüne çıkıp desin: "Ama sana nasıl iman edebilirdim. Sen kendini bana göstermedin ki?"
Bugün öyle bir Mezmur 19 okuyoruz: ünlü ingiliz yazar C.S. Lewise göre bu Mezmur en güzeli imiş, en çarpıcı edebiyat stilini kullanıyor ve en derin hakikatları ortaya koyuyor.
Onda Rabbin 3 ayrı yolda konuştuğunu görecez: Rab evrende konuşuyor, kendi kanununda konuşuyor ve insanın vicdanında konuşuyor.
Bugünlerde hep evdeyiz, hiç dışarıda gecelemiyoruz. Ama eski insanlar daha sık dışarıda yattılar. Elektrik lambalar da yoktu, geceleyin kasabalar kapkaranlık idi. O yüzden yıldızlar çok daha fazla parlardı. İnsanlar göklerle, yıldızlarla haşır neşir idi.
Yukarıya bakarken sanki kocaman bir perde, kumaştan bir kubbe görürüdü ve kumaşın içinde bazı delikler vardı. O deliklerden esrarengiz bir ışık dalırdı. O güneş olamazdı çünkü güneş zaten batmıştı.
Yıldızların da bir gece içinde gökü boydan boya gezdiklerini fark ettiler. Ayrıca, yıldızlar belli başlı gruplar oluşturdu ve o insanların hayalini güçlendirdi: orada bir aslan var, orada ikizler, orada gene bir boğa. İşte, burçlar öyle meydana geldi. Ayrıca, Hidra denilen bir deniz canavarı, Orion denilen bir avcı... yıldızları birçok masallarla bağladılar.
Ama insanlar göğe bakarken hayran kaldılar. Davut da bir çoban iken, ve sonra askerlikte sık sık dışarıda yattı. Saatlerce nöbet tutarken düşüncelerinde yapayalnız kaldı ve gökte Allahın sesini duydu.
İki konu açıyor: yıldızlar ve güneş
1 Gökler, Allahın şanını anlatıyor,
Gök kubbesi onun ellerinin işlerini bildiriyor.
2 Gün güne ondan söz eder ve gece geceye onu tanıtır.
3 Burada konuşmak yok, sözler yoktur, sesleri işitilmez.
4 Ancak melodileri bütün yeryüzünü dolaşır,
türküleri dünyanın ucuna kadar ulaşır.
Orada Allah güneşe bir çadır kurmuştur.
5 O güneşe ki, yatak odasından çıkan güvey gibi,
koşusuna başlamak için sevinen bir babayiğit gibi atılır.
6 Gökün bir ucundan çıkar, öbür ucuna döner,
ve sıcaklığından hiç bir şey kurtulmaz.
Güneş yiğit bir adama benzetiriliyor: yeni evlenmiş, gelinle ilk geceyi geçirmiş bir güvey gibi. Yada koşuyu başlamadan önce atletler ısınma hareketleri yapıyorlar ya. Sanki her an fırlayavcak. İşte, güneş de öyle koşuyor ve herkesi etkiliyor, kimse kaçamaz.
Aynı biçimde her insan ona bakarken "Onu bir güç yarattı ve ayarladı" demek zorunda.
Sonra yıldızlara bakıyor ve her yıldız sanki ince bir ses, hafif bir melodi çıkarıyor. Ve bütün hepsi birlikte kocaman bir okestır oluşturuyor.
Peki, güzel de, o orkestır nasıl harmoni içinde bir müzik parçası çalabilir? Aaaa ya ! Bir dirigent lazım, bir kişi o yüzlerce çalgı harmonileştirmesi lazım.
1901 Yunanistan Antikitera adasının önünde batmış bie gemide en eski komputer buldular. Bir avuç büyüklüğünde bir kutu. İçinde 82 tane çark vardı, İnsanlar şaş baş kaldılar. Bu aparat -200 senesinde yapıldı ve büyük dakkikie yıldızların gökteki pozisyonlarını hesaplardı.
Ve ona bakınca kimse demedi: "Bak ne entersan. Nasıl bu aparat kendiliğinden oldu!" Hayır, bugüne kadar onu yapan ustalara hayran kalıyoruz. Onları övüyoruz.
Aynı biçimde yıldızlara ve güneşe bakan, onları inceleyen herkes en sonunda "Hamdolsun, bütün bunları yaratan Rab Allaha övgüler olsun!" demek zorunda.
Eski insanların bilgisi çok sınırlı idi. Bugün milyonlarca defa daha fazla bilgiye sahibiz. Ve okudukça insan daha fazla coşuyor.
Biliyoruz, güneş ve yıldızlar farklı bir şey değil: güneşimiz bir yıldız, ama bize en yakın olduğu için o kadar büyük gözüküyor. Bir rastlantı sonucu olarak, güneş ve ay gökte aynı büyüklükte. Tabii ki, aralarında çok fark var: ay 3.475 km - güneş 1.390.000 km. Demek günei 400 kere daha büyük, ama hayret, tam 400 kere daha uzak. Ve o yüzden ara sıra üst üste geliyorlar, bun güneş yada ay tutlması diyoruz. Rab onu mahsustan öyle ayarladı ki, dikkatimizi çeksin.
Bugünlerde tam olarak biliyoruz, yıldızlar nasıl kocaman gaz bulutlardından meydana geldiler. Ve yıldızların içinde hidrojen yakılıp Helium üretiliyor - atom bombasının içindeki protses.
Her yıldız doğuyor, milyarca sene yanıyor ve en sonunda süpernova denilen bir patlama ile ölüyor. Ve o patlama içinde lazım olan daha ağır elementler meydana geliyor: oksijen, karbon (vıglorod), fosfor, demir, altın, bakır ... v.s.
Ve Rab işleri öyle ayarladı ki, yaşamın olabilmesi için öyle bir düzen kurdu ki, ağzımız açık kalıyor. Bugünlerde biz yaşayalım diye 13 tane faktor lazımdı ayarlansın, o da rastlantı olamaz.
Bazılarını anlatmaya çalışacam.
Güneş sistemimiz Samanyolu denilen bir galakside bulunuyor: yaklaşık 400 milyar (400.000 milyon) yıldız. Bizim güneş en uygun pozisyonda, kenarda bulunuyor. Daha içeride o süpernova gibi patlamalar çok daha sık ve hayata son veriyor.
Sonra: Değişik tip yıldızlar var: bazılar kocamandırlar ve çok kısa yaşıyorlar. Onlara mavi devler denilir. Öbür tarafta çok daha küçük olanlar kırmızı cüceler denilen, daha küçük yıldızlar var. Onlar çok daha uzun ömürlü ama çok fazla radasyon salıyor, gene hayat yok. Bizim güneş 4,6 milyar sene önce doğdu. Tam ortada G tipi yıldız: hem uzun ömürlü, hayatın meydana çıkmasına bol bol zaman var, hem de radyasyon az.
Dünyamız 4 milyar sene önce şekillenmeye başladı. Güneş sisteminin içinde sade 4 planeta (Merkür, Venüs, DÜnya ve Mars) kayalı planetadır, öbürleri kocaman ama sadece gaz. Kayalı planetanın oluşması için güneşimiz ağır elementleri çekmek zorunda idi. Ve güneşimiz tam uygun yerde bulunda.
3,9 milyar sene önce Jüpiter ve Saturn güneşe doğru gezmeye başladılar: dünyaya yaklaşırken onun yörüngesini öyle ayaradılar ki, tam uygun yere geldi - güneşten ne fazla uzak (donmak), ne de fazla yakın (yanmak).
Ayrıca kocaman ağırlığıyla güneş sisteminin en kenarından kometleri çekmeye başladılar. O kometler buzdan olşuyordu ve dünya ile çarpışırken su getirdilr - ve onsuz hayat yok.
Dünyada yaşam olması için mevsimler olmalı: ve çok aşırı olmasınlar. Bunun için dünyanın ekseni 23 derece eğik olmasın lazım. En başta dünya öyle değildi. Ama Rab ne yaptı?
Theia denilen Mars büyüklüğünde bir planeta vardı. O dünya ile o kadar hızlı çarpıştı ki, oradan Ay koptu, dünyanın etrafında dönmeye başladı. Ve o zaman dünyanın ekseni değişti, tam 23 derece oldu. Artık okyanuslarda gel-git hareketi var. O da ilk hayvaların denizlerde gelişmesine sebep oldu.
Ayrıca, diyelim yaşayan bitkiler ve hayvanlar var. Ama güneşten çıkan radyasondan nasıl korunabilirler? Bütün evrende hayat yok, o radyason yüzünden. O Theia çarpmasında dünyamızın çekirdeği demirden oluştu. O demir çekirdeği içerde dönmeye başladı. Böylelikle zamanla bir magnetik alan oluştu ve o magnitosfera bizi ölüm getirici radyasonlardan koruyor.
En başta güneşimz daha az sıcaktı ve aslında hayatın oluşmasına izin vermedi. Ama Rab ne yaptı: o Theia çarpışmasının sonucu olarak, dünya ilk atmosferinden soyuldu, yeni bir atmosfer oluştu ve onda artık Karbondioksid var: o bir sera (parnik) gazıdır. Yani dünyanın sıcaklağını koruyor ve hep aynı derecede tutuyor.
Off, yorulduk. Ama insan bütün bu konuları düşünürken hayran kalıyor:
1 Gökler, Allahın şanını anlatıyor,
Gök kubbesi onun ellerinin işlerini bildiriyor.
Dünya'daki yaşam bir *astronomik tesadüfler zincirinin* sonucudur: 13 tane rastlantı lazımdı arka arkaya meydana gelsin.
Kim gözlerini açıp beynini aacık çalıştırırsa aynı sonuca varması lazım. Rab kendini evrende tanıttı: her gün oradan bize konuşuyor. Yeter ki, gözlerimizi ve kulaklarımzı açalım.
Buna Doğal Vahiy diyoruz:
Romalılar 1:19-20
Çünkü onlar da Allahtan için bilinen şeyleri açık açık görüyorlar. Allah kendisi bu şeyleri onlara açık etmiştir. 20 Allahın görünmez tarafları, hani onun kuvveti ve tanrılığı, dünyanın kuruluşundan beri görünüyor: bunlar yaratılan şeylerden anlaşılıyor. Öyle ki, insanların artık maanaları kalmasın:
Ama gördüğümüz gibi, bu doğal vahiyle Allahın NESİNİ anlayabiliriz? İki konu: Rabbin kuvveti ve tanrılığı.
Ama bu ne demek: (1) Onun kuvveti - değil sadece güçlü olması, her şey yapabildiğini. Ama o kadar güçlüdür, ikinci bir güç yok onun yanında. Yani, doğal vahiyden Tanrının tek olduğunu anlayabiliriz.
(2) ikinci konu 'Tanrılığı'. O ilk bakışta anlamsız gibi görünüyor, ama anlamı şu: yaratılan şeylerden anlaşılıyor ki, onları yaratan Tanrı evrenden ayrıdır, kosmoun bir paröası değildir.
Yüzlerce sene astronomlar dediler ki: "Evren yaratılmadı, her zaman var idi ve her zaman olacaktır. Evrenin başı ve spnu yok." Ama bu anlayış yıkıldı, 1929 Edwin Hubble fark etti ki, evren genişliyor, bütün yıldızlar gittikçe daha fazla birbirlerinden uzaklaşıyor. Ve 1931 George Lemaitre bugünkü Büyük Patlama teorisini ortaya çıkardı.
Artık fizikçiler utanmaya başladılar: yüzlerce sene bizimle eğlendiler: "Siz diyorsunuz en başta Allah evreni bir hiçtir var etti." Ve şimdi aynı anlayışa vardılar. Bu demek oluyor ki, Tanrı bu evrenin bir parçası değildri, evrenden ayrıdır, daha üstündür.
Ama o insan için bir problem yaratıyor: eğer Allah gerçekten evrenden büyükse, o zaman biz ona hesap vermek zorundayız. Ve zaten Rom 1:18 en başta onu söyledi:
Rom 1:18
İşte, Allahın öfkesi gökten belli oluyor; insanların bütün Allahsızlığı ve haksızlığına karşı belli oluyor. O insanlar ki, hakikata haksızlıkla engel oluyorlar.
21 Allahı tanıdılar, ama gene de Onu ne bir Allah gibi saydılar, ne de Ona şükür ettiler. Kendi fikirlerini yürütürüp yanlışlığa düştüler. Ve akılsız yürekleri karardı.
Evet, insan göklere bakıp hayran kalıyor, "Rabbim ne kadar büyüksün" deyip duruyor ... ya sonra ne? Bu bilgi senin hayatına dokunuyor, o seni değiştiriyor mu?
Doğal vahiy kurtuluş yolu değildir, olsa polsa yargılama yoludur.
Ve şimdi Davut dikkatimizi bambaşka bir konuya çekiyor: KANUN. Musa'nın kanunu. Rab doğal vahiyden sonra ikinci bir vakiy yolu açtı: ÖZEL vahiy, yani peygamberlerin aracılığıyla konuştu.
7 RAB’bin kanunu eksiksizdir: Ruha canlılık verir;
RAB’bin öğrettikleri hakikattır: saf kişiye anlayış verir.
8 RAB’bin sıraları doğrudur: yüreği sevindirir;
RAB’bin buyrukları bir ışıktır: gözleri aydınlatır.
9 RAB korkusu kutsaldır: sonsuzca kalır.
RAB’bin kararları hakikattır: hepsi doğrudur.
10 Onlar altından, en saf altından daha kıymetlidir;
baldan, en temiz baldan daha tatlıdır!
11 Kulun da onlarla aydınlanır;
Onlara uyanların karşılığı büyüktür.
Yeni Antlaşma okurken Musa'nın kanunundan sanki hep olumsuz bir tat alıyoruz: kanun ölüm getirdi (2.Kor 3:7), kanun ağır bir boyunduruktur (Elçi 15:10), kanun Allahın öfkesini kaldırıyor (Rom 4:15) ve biz artık kanun altında ddeğiliz (Rom 6:14)
Ve Davud'un sözlerine şaşıyoruz: nasıl kanunu o kadar övebilirsin?
İlk önce şunu anlaylım: biz 'kanun' derken, hep yasakları düşünüyoruz - on emir, yemek ve temizlik kanunları v.s. Ve o tabii ki, bizi bunalıma sokuyor. Ama Davud'un anlayışı başka. Onun için 'kanun' sözü Rabbin bütün konuşmaları içeriyor.
Bakın, Davut hangi sözleri kullanıyor: RAB’bin kanunu - RAB’bin öğrettikleri - RAB’bin sıraları - RAB’bin buyrukları - RAB korkusu - RAB’bin kararları ... bunlar hepsi birdir.
İşte, doğal vahiy ile özel vahiyin arasındaki fark o kadar büyüktür. Sanki evrene bakarken biraz aydınlık dalıyor senin hayatına, bir mumun ışığı kadar. Ama özel vahiy sayesinde daha fazla aydnlık alıyorsun, kocaman bir fener gibi. Artık herşeyi daha net görüyorsun.
Önce anlardın ki, bir Tanrı var... ama sonra Musa ve peygamberlerin sayesinde onun özel adını öğreniyorsun: Yahve. Ve ayet 7-9 kadar orada artık Tanrı (EL) geçmiyor, ama Yahve = RAB sözü.
Önce anlardın ki, bir Tanrı var ... ama o Tanrı senden ne bekliyor, o seni seviyor mu, sevmiyor mu - senin dualarını işitiyor mu, işitmiyor mu ... işte bütün bunlar cevapsız kalıyor.
Sonra: genel vahiy her insan içindir; ama özel vahiy ancak İsrail'e verildi:
Rom 9:3 "Allahın konuştuğu sözler onlara emanet edildi." Bunu anlayınca Davut daha da fazla coşuyor.
Ben de bu ayetleri okurken biraz reklam yapmak istiyorum
Ruha canlılık verir: kurak bir yerde su gibi: Bir klip gördüm: Çin'deki kaçak kiliseler (kitap az, internet yok). Amerikalı bir ziyaretçi, onu birçok yere gezdirdiler. Sabah 8 "Vaaz vereceksin; hepsi seni bekliyorlar" "Ne kadar uzun vaaz vereyim ? 30 dak mı?" "Hayır! Minimum 3 saat! O da sadece sabah toplantısı, akşama gene 3 ssat!"
Saf kişiye anlayış verir: sende belki çok fazla okumuşluk yok, sen saf bir kişisin. Okula gitmeye fırsatın yok. Ama KK'ı ciddi okuduğun zaman ne oluyor: Mezmur 119:99 Bütün öğretmenlerimden daha akıllıyım, Çünkü öğütlerin üzerinde düşünüyorum.
Yüreği sevindirir: Efes 5:19 "Şarapla sarhoş olmayın" - Kol 3:16 "Mesih'in sözü bütün zenginliğiyle içinizde yaşasın. Tam bir bilgelikle birbirinize öğretin, öğüt verin, mezmurlar, ilahiler, ruhsal ezgiler söyleyerek yüreklerinizde şükranla Tanrı'ya nağmeler yükseltin."
Gözleri aydınlatır: Rabbin sözü bir gözlük gibidir. 4 sene önce yeni gözlük almıştım. Eski gözlüklerime alışmıştım. Sanki görebileceğin ancak bu kadar. Telefona bakarken kızar-dım: "Nasıl böyle programlar yazabilirsiniz?" Ama sonra herşeyi net görmeye başladım.
Şu anda sende de yanlış gözlük var: hayatın konularını bulanık görüyorsun, kişileri yanlış değerlendiriyorsun.
Sonsuzca kalır: İnsan aklı değişkendir - moda gibi gelip gidiyor.
Hepsi doğrudur: Rabbin vaatleri doğrudur: Onunla yürüdükten sonra şahitlik yapabilirsin hepsi gerçekleşti diye.
Rabbin sözleri ve kanunu iki şeye benzetiriliyor: altın ve bal.
İkisi aynı renk - Eskiden şeker yoktu ve tatlı şeyler için sadece iki kaynak var: üzüm pekmezi ve bal. Ama bal çok daha değerli. İkisi bozulmaz.
Şimdi Davut 3. konuya geçiyor. Rabbin bize konuşması için başka bir yol daha var. Doğal vahiy - bütün insanlara. Özel vahiy - sadece Rabbin halkına. Ama vicdan yoluyla sana tek başına konuşuyor...
Genel vahiyde kurtuluş yok, Rabbin kanunu ne kadar iyi olsa bile, bize kurtuluş getiremez ... bir yol daha var:
12 Kim yanlışlıklarını fark edebilir?
Bilmediğim bütün kusurlarımdan beni temizle.
13 Kulunu gururdan da koru; onun esiri olmayayım!
O zaman kusursuz ve büyük bir günahtan arınmış olacam.
Davut iki kategori günah için konuşuyor: bilmediğim günahlar ve bile bile işlediğim günahlar.
Anlamadan işlediğim günahları bağışla, temizle - Ama bile bile günah işlemeye kalktığım zaman bana engel ol. Yoksa o günahın esiri olacam
Görüyorsunuz, Davut burada kişisel bir kurtuluş arıyor. Allahın var olduğunu anlamak yeterli değil. Allahın sözlerine sahip olmak, onu tanımak, onun ne istediğini bilmek yeterli değil.
Ama kurtuluşu aramalıyız: ve kurtuluş kendi günahlarını bilmek ve anlamakla başlıyor. Allahın kanunu Davut'u kurtarıcıya götürdü
14 Ağzımın sözleri sana hoş görünsün,
ve kalbimin sesi sana kadar yükselsin!
Ey RAB, kayam ve kurtarıcım benim!
Matta 16:18 İsa Petrus'a Kaya adını veriyor. Onu nasıl anlayalım? Petrus ne anlamda Kaya oluyormus?
Petrus'un kendisi mi o kaya? Onun ruhuna dua mı edelim, o bizim için aracılık yapsın?
Yoksa Petrus'un seçtiği kişiye mi öyle yapalım?
Yoksa Petrus'un sözleri mi Kaya: "Sen yaşayan Tanrının oğlu Mesihsin?" - evet doğru anlam odur. İsa Mesihtir ve Allahın Oğludur.
Sen bu anlayış yolculuğunun neresindesin?